Deniz
New member


Selam dostlar,
Bugün sizlere bir çiçekten, bir saksı toprağından, bir evin köşesinde filizlenen umuttan bahsetmek istiyorum. Belki de hepimizin hayatında bir “salon çiçeği” vardır; kimimiz için süs, kimimiz için huzur, kimimiz için sessiz bir sırdaştır o yeşil yapraklar…
Ama işte, mesele sadece çiçeğe su vermek değilmiş meğer. Mesele, o suyun hangi günde değil, hangi duyguyla verildiğindeymiş…
---

Zeynep, duygularla yaşayan bir kadındı. Evinde her şeyin bir hikâyesi vardı. Perdeleri, annesinden kalma dantelleri, hatta saksıdaki çiçekleri bile birer anı taşırdı.
Bir gün, yeni taşındığı evin salonuna büyük, yemyeşil bir “Areka Palmiyesi” aldı. Ona “Mira” adını verdi. “Mira,” dedi, “sen benim bu evdeki nefesim olacaksın.”
Cem ise Zeynep’in tam zıttıydı. Mühendis kafalı, stratejik düşünen, planlı-programlı bir adamdı. Evde her şeyin bir çizelgesi vardı. Çiçeklerin sulama günleri bile telefonundaki bir takvime kayıtlıydı.
“Zeynep, bu işler duyguyla değil, sistemle yürür,” derdi. “Bitkiler de canlıdır ama duygusal değil, biyolojiktir.”
---

Bir sabah, Cem işteyken Zeynep Mira’nın yapraklarının biraz solduğunu fark etti. Kalbi sıkıştı. “Ah, suya mı ihtiyacın var tatlım?” diyerek hemen suladı.
Akşam Cem geldiğinde saksının dibinde su birikintisini görünce sinirlendi.
“Zeynep, drenajı bozdun! Fazla su kökleri çürütür,” dedi sertçe.
Zeynep’in sesi titredi: “Ama susamış gibiydi Cem… Yaprakları bile üzgün görünüyordu.”
İşte o an, iki insanın aynı çiçeğe bile nasıl farklı baktığını anladım. Cem için bir canlıyı yaşatmanın yolu sistemdi; Zeynep içinse sevgi.
---

Zeynep her sabah Mira’ya günaydın der, yapraklarını silerdi. Onunla konuşurdu, bazen ona şarkı bile söylerdi.
Cem ise her pazar sabahı çiçeklerin toprağını kontrol eder, pH dengesini ölçerdi. “Nem oranı yüzde altmışın altına düşmemeli,” derdi.
Bir gün, Cem üç günlük iş seyahatine çıktı.
Zeynep yalnız kaldı. O üç günde ev sessizdi, ama Mira’ya sarıldığında kendini daha az yalnız hissediyordu.
“Sen de özledin mi Cem’i?” dedi bir sabah. “O hep sisteminden bahseder ama ben biliyorum… o da sever seni, sadece göstermez.”
---

Cem döndüğünde çiçeği görünce kaşlarını çattı.
“Zeynep, bu fazla su almış! Toprak çok nemli!” dedi endişeyle.
Zeynep başını eğdi. “Sadece yalnız kalmasın istedim…”
O an Cem sustu. Kadının sesindeki kırılganlığı, çiçeğin yapraklarındaki ışıltıyı fark etti.
Birkaç saniye sessizlik oldu. Sonra, belki ilk defa, o mühendis mantığı duygularla çarpıştı.
“Belki de haklısın,” dedi. “Belki de bitkiler sadece suyla değil, hisle de yaşar.”
---

Birkaç hafta sonra, Cem yeni bir düzen hazırladı. Takvimde sulama günleri vardı ama bu kez yanında küçük notlar da yer alıyordu.
“Zeynep, bugün Mira’ya sen konuş, ben sulayayım.”
“Zeynep, yapraklarını silmeyi unutma, o bundan hoşlanıyor.”
O an Zeynep’in yüzüne yerleşen tebessüm, bir çiçeğin değil, bir ilişkinin filizlenmesiydi.
Cem artık sadece sistemle değil, kalple de suluyordu. Zeynep ise sadece duyguyla değil, dikkatle de bakıyordu.
Ve Mira… o da yeşeriyor, günden güne büyüyordu.
---

İşte tam bu noktada, hikâyemizin özü burada saklı sevgili forumdaşlar.
Evet, teknik olarak çoğu salon çiçeği haftada bir su ister.
Bazıları —örneğin kaktüs ve sukulentler— iki haftada bir; bazıları —Areka, Benjamin, Spatifilyum— toprağı kurudukça sulanmalıdır.
Ama mesele “kaç günde bir” değil, “nasıl” suladığımızdadır.
Bir çiçeğe sadece su değil, ilgi de verilir. Onun yapraklarını fark etmek, toprağının kokusunu duymak, köklerine sabırla bakmak… İşte asıl bakım budur.
Zeynep’in duygusu, Cem’in mantığı birleşince çiçek de, ilişki de büyüdü. Çünkü hayat da böyledir: fazla su boğar, azı soldurur. Ama denge? O yaşatır.
---

Sizce hangisi daha doğru: Cem gibi planlı olmak mı, yoksa Zeynep gibi kalpten yaklaşmak mı?
Salon çiçeklerinizi sularken siz ne hissediyorsunuz?
Belki de her birimizin evinde bir Mira vardır; biraz fazla su, biraz fazla sevgiyle büyümeyi bekleyen...
Yorumlarınızı okumayı çok isterim

Belki de bu küçük hikâyede kendi “çiçeğinizi” bulursunuz...