İsim hangi veri türüne girer ?

Emirhan

New member
İsim Hangi Veri Türüne Girer? Bir Kimlik Meselesi Olarak “Ad”ın Sosyolojik Analizi

Bazı konular vardır ki, ilk bakışta teknik görünür ama derinlemesine bakıldığında toplumun aynasına dönüşür. “İsim hangi veri türüne girer?” sorusu da tam olarak böyle bir sorudur. Bilgisayar biliminde basit bir “string”, yani metin türü gibi görünür ama toplumsal yaşamda bir ismin değeri, anlamı ve gücü bundan çok daha fazlasını taşır.

Bir forumda bu konuyu açtığımda, “Bu sadece bir veri tipi, neden bu kadar büyütüyorsun?” diyenler olmuştu. Ama bir kadının adının CV’sinde işe alınma oranını, bir etnik ismin vize sürecinde yaratabileceği önyargıyı, ya da alt sınıflardan gelen bir çocuğun ismi nedeniyle okulda dışlanmasını düşündüğünüzde, bir “string”in aslında nasıl bir toplumsal haritaya dönüştüğünü fark ediyorsunuz.

Teknik Başlangıç: İsim, Bir Veri mi, Bir Hikâye mi?

Bilgisayar açısından bakarsak isim, metinsel bir veri tipidir. Sayılarla değil, harflerle ifade edilir; karakter dizisi olarak işlenir. Ancak sosyolojik açıdan bakıldığında isim, insanın ilk toplumsal kodudur.

Bir birey dünyaya gelir gelmez, ailesi, kültürü, sınıfı, dini ve cinsiyetiyle bağlantılı bir isim alır. Bu isim, kimlik belgelerinde yer alır, devlet tarafından tanınır ve bir topluluk tarafından kabullenilir. Yani isim, hem bireysel hem kurumsal düzeyde toplumsal bir “etiket”tir.

Sosyolog Pierre Bourdieu’nün “sembolik sermaye” kavramını düşünelim: İsim, çoğu zaman sınıfsal bir göstergedir. Bazı isimler prestij taşırken bazıları alt sınıfla ilişkilendirilir. Bir “Cemre” ile bir “Emine”nin aynı iş başvurusunda farklı algılanması, aslında bir veri değil, bir toplumsal hiyerarşi meselesidir.

Toplumsal Cinsiyetin İzinde: Kadın ve Erkek İsimleri Üzerine

Toplumsal cinsiyet, isimlerin biçimlenmesinde en belirleyici unsurlardan biridir. Kadınlara verilen isimler genellikle “nazik, zarif, yumuşak” çağrışımlar taşır: Gül, Naz, Elif, Melek… Erkek isimleri ise “güçlü, kararlı, cesur” niteliklerle donatılır: Yavuz, Alp, Timur, Mete.

Bu dilsel ayrım, toplumsal rollerin erken yaşta nasıl içselleştirildiğini gösterir.

Kadın isimlerinin duygusal çağrışımlarla yüklenmesi, kadınlardan beklenen “yumuşaklık” rolünü pekiştirirken, erkek isimlerindeki güç vurgusu, toplumsal beklentileri yansıtır.

Ancak günümüzde bu kalıplar değişmeye başlamıştır. Bazı ebeveynler çocuklarına cinsiyetsiz isimler vermeyi tercih ediyor: Deniz, Ege, Duru gibi. Bu eğilim, toplumsal cinsiyet rollerinin esnemeye başladığının göstergesidir.

Kadınlar genellikle isimleri üzerinden toplumsal önyargılara daha fazla maruz kalır; erkekler ise sistemin kurallarını değiştirmeye odaklanır. Bu iki bakış açısı, toplumsal dönüşümün tamamlayıcı parçalarıdır — biri empatiyle yarayı fark eder, diğeri çözüm yolları arar.

Irk ve Etnisite: Bir İsmin Taşıdığı Görünmez Ağırlık

Irk ve etnik kimlik, ismin en politik boyutudur. 2017’de yapılan bir Oxford araştırması, Avrupa’daki işverenlerin “Batılı olmayan” isimlere sahip adaylara %25 daha az dönüş yaptığını gösterdi. Yani “Ahmet”in başvurusu, “Alex”’inkine göre dezavantajlı başlıyor.

Bu durum yalnızca Batı’da değil, Türkiye’de de benzer şekilde işler. Örneğin Kürt, Arap ya da Roman kökenli isimler, bazı toplumsal kesimlerde hâlâ önyargı uyandırabiliyor.

Sosyolojik olarak isim, bir “aidiyet göstergesi”dir; ancak bu aidiyet, çoğu zaman dışlama aracına dönüşür.

İsimlerin bu kadar güçlü bir ayrım aracı haline gelmesi, aslında modern toplumların çeşitlilikle baş etme konusundaki zorluklarını ortaya koyar.

Peki, bir insanın doğduğu anda kendisine verilen isim üzerinden yargılanması, gerçekten adaletli midir?

Sınıf Boyutu: Adın Ekonomik Yankısı

İsimler sınıfsal göstergeler taşır; bazen moda olan isimler, ekonomik gücü ima eder. 1990’larda “Cansu”, “Burak” gibi isimler kentli orta sınıfın gözdesiydi; 2000’lerde “Lina”, “Arya” gibi küresel çağrışımlı isimler üst gelir grubunu temsil etmeye başladı.

Bir ismin popülerliği bile, toplumun hangi kültürel sermayeye değer verdiğini gösterir.

Alt sınıflar ise genellikle yerel, dini ya da geleneksel isimleri korur; bu, hem aidiyet hem direnç biçimidir.

Kadınlar bu sınıfsal etkileri daha fazla hisseder; çünkü isimleri üzerinden “uygunluk” ve “saygınlık” testine daha sık tabi tutulurlar. Erkekler ise çoğunlukla soyadları veya meslekleriyle değerlendirilir. Bu fark, isimlerin yalnızca bireysel değil, sistemik bir güç ilişkisiyle bağlantılı olduğunu gösterir.

İsim, Dil ve Güç: Sosyal Normların Aynası

Bir toplumun isim politikası, dilin gücünü ortaya koyar. Devletin belirli dönemlerde bazı isimleri yasaklaması (örneğin Kürtçe veya Ermenice isimlerin kısıtlanması), kimlik üzerindeki otorite kontrolünün açık bir göstergesidir.

Dil burada yalnızca iletişim aracı değil; kimlik üzerinde bir tahakküm aracıdır.

Bir ismin resmi kayıtlarda kabul edilip edilmemesi, bireyin “varlığının” tanınıp tanınmadığıyla ilgilidir.

Bu noktada isim, yalnızca bir veri değil, bir hak meselesidir. İsim hakkı, kimlik hakkıdır.

Dijital Çağda İsim: Veri mi, Kimlik mi?

Günümüzde isimler artık yalnızca nüfus kütüğünde değil, dijital platformlarda da var.

Bir kişinin ismi arama motorlarında, sosyal medya algoritmalarında, veri tabanlarında bir kimlik izi oluşturuyor.

Büyük veri sistemleri isimleri “etiket” olarak kullanıyor; hangi ismin hangi coğrafyada daha sık geçtiğini analiz ediyor.

Bu, görünürde masum bir veri işlemi gibi dursa da, ırk, din ve cinsiyet temelli algoritmik önyargıların temelini oluşturabiliyor.

Harvard Üniversitesi’nin 2022 raporuna göre, bazı yapay zekâ modelleri “Batılı” isimleri daha güvenilir, “Doğulu” isimleri daha riskli olarak sınıflandırıyor. Yani önyargılar artık yalnızca insanlar arasında değil, makinelerde de kodlanıyor.

Sonuç: Bir Ad, Bir Hikâye, Bir Eşitsizlik Haritası

“İsim hangi veri türüne girer?” sorusu teknik bir cevaptan çok daha fazlasını hak ediyor. Evet, bilgisayar için bir “string”; ama insanlık için bir kimlik, bir geçmiş, bir sınıf göstergesi ve çoğu zaman bir mücadele aracı.

İsimler, doğduğumuz dünyada bize verilen ilk toplumsal mesajdır.

Bir çocuğun adını duyduğunuzda, farkında olmadan onun kimliğine dair tahminlerde bulunuyorsunuz — bu, hepimizin içinde kodlanmış bir önyargı.

Peki, sizce isimlerimizi sadece veri olarak mı görmeliyiz, yoksa taşıdıkları hikâyeleri yeniden mi okumalıyız?

Bir gün algoritmalar bile önyargısız hale geldiğinde, acaba “isim” gerçek anlamda özgürleşmiş olacak mı?

Belki de asıl mesele, adın veri türünde değil; toplumun, o veriye hangi anlamı yüklediğinde gizlidir.